Bu ülkede isyan marşlarını söyleyen, öncü olabilen, milyonlarca insana rağmen diğer milyonlarca insanın dinleyebilidiği bir insan var. Çocukluğunu habersiz çalanlara rağmen, penceresiz kalmasına rağmen, hani benim gençliğim diye haykırmasına rağmen bu ülkeye yegane bir şeyler katmaya çalışmış bir Ahmet var.
Nedir bu başımdaki felaket?
Kırk yıldır sefalette bu Ahmet.
Kefenimi alın dikin bir zahmet,
Gömün beni gömün beni bir başıma..
Ne varsa güzellikten yana, bölüşmüş ve büyümüştün oysa... Bu ne yaman çelişkiydi, bu nasıl bir düzendi? Kurtlar sofrasına düşmüştün ve kalkamadın.
Ben burada yağmurları biriktiriyorum. Çağ yangınında tutuştun sen, bense tutuşmamak için seni dinliyorum şu anda. Veda ederken dedin ya "Hoşçakalın Gözüm" diye, artık seni nerede arayacağımızı biliyoruz. Sen, anlaşılamamanın sembolüsün.. Başıma her türlü olay geçtiğinde senin bir şarkın çıkar karşıma... Acılara tutunmayı, kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağını, sevgi duvarları kurmayı ve yeri geldiğinde de beddua etmeden sessizce gidebilmeyi senden öğrendim ben.
Yani sen yok musun şimdi, birazdan uyanıp ateşi karıştırıp bir cıgara sarmayacak mısın? Oy Ahmet oy.. Sanki şakaydı bu..
Sanat güneşimiz serdar var ne de olsa değil mi şimdi... Onuncu yıl marşları daha bir anlamlı artık. Çünkü seni kendi öz yurdundan kovdular, daha güvenli her şey. Barış içindeyiz, seni yok ettik çünkü. Barışı biz sağladık, kardeşliği biz sağladık, sen yoksun ya her şey daha kolay şimdi.
Dövülmüşüm, sövülmüşüm, kovulmuşum ben.. Siktir çekilmişim yani...